İçişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, 1997 ve 2015 yılları arasında terör örgütüne katılan örgüt mensuplarının son olarak Suriye ve Irak’ta faaliyet yürüttükleri tespit edildi.
Böylelikle, bu yıl içerisinde sadece ikna yoluyla teslim olan örgüt mensuplarının sayısı 141’e yükseldi.
İçişleri Bakanlığınca, 81 il valiliğine yüz yüze eğitim öncesi “PCR Testi Zorunluluğu” konulu genelge gönderildi.
Genelgede, başta öğretmenler olmak üzere, eğitim personeli, kantin çalışanları ile öğrenci servislerinin şoför ve rehber personeli gibi öğrencilerle bir araya gelecek görevlilerden aşı olmamış ya da daha önce hastalık geçirmemiş olanlardan, haftada iki kez PCR testi ile taranmalarının isteneceği, PCR testi sonuçlarının okul idareleri tarafından gerekli işlemler yapılmak üzere kayıt altında tutulacağı belirtildi.
Salgınla mücadelenin başarılı bir şekilde sürdürülmesi ve salgının olumsuz ekonomik ve sosyal etkilerinin tamamen bertaraf edilerek kalıcı ve sürdürülebilir normalleşmenin sağlanmasında, aşılamanın büyük önem taşıdığına vurgu yapılan genelgede, aşıya karşı tereddüt içerisinde olan kesimlerin kaygı ve tereddütlerini gidermeye yönelik bilgilendirme ve rehberlik faaliyetlerine ağırlık verilmesi istendi.
Genelgede, 6 Eylül Pazartesi’den itibaren aşı süreci tamamlanmayan veya hastalığı geçirmemiş kişilerin, konser, sinema ve tiyatro gibi vatandaşların toplu olarak bulunduğu faaliyetlere katılımında ya da uçak, otobüs, tren veya diğer toplu ulaşım araçlarıyla yapacağı şehirler arası seyahatler için negatif sonuçlu PCR testinin zorunlu olduğu bildirildi.
Milli Eğitim Bakanlığınca 24 Ağustos 2021’de yayımlanan “Kovid-19 Salgınında Okullarda Alınması Gereken Önlemler Rehberi”nde öğrencilerle bir araya gelmesi zorunlu olan aşı olmamış öğretmen ve okul çalışanlarından haftada iki kez PCR testi istenildiği hatırlatılan genelgede, şu bilgilere yer verildi:
“Başta öğretmenler olmak üzere, eğitim personeli, kantin çalışanları ile öğrenci servislerinin şoför ve rehber personeli gibi öğrencilerle bir araya gelecek kişilerin/görevlilerin aşılı/geçirilmiş hastalık durumunda (Kovid-19 hastalığı sonrası bilimsel olarak bağışık kabul edilen süreye göre) olmamaları halinde, bu kişilerden haftada iki kez PCR testi ile taranmaları istenilecek. Sonuçlar okul idaresi tarafından gerekli işlemler yapılmak üzere kayıt altında tutulacak.PCR negatif test zorunluluğu istenilen alanlara (okul, sinema, tiyatro, konser vb.) girmek isteyen ya da şehirler arası toplu taşıma araçlarını (uçak, tren, otobüs vb.) kullanacak kişiler, aşılama süreçlerinin tamamlanmış veya hastalığı geçirmiş kişi durumunda olup olmadığını Hayat Eve Sığar (HES) uygulaması üzerinden kontrol ederek PCR negatif test raporu almaları gerekip gerekmediğini öğrenebilecek. Aşı süreci tamamlanmayan veya hastalığı geçirmemiş kişilerden, belirli alanlara girişte (okul, sinema, tiyatro, konser vb.) ya da şehirler arası toplu taşıma araçlarını (uçak, tren, otobüs vb.) kullanma sırasında istenilecek PCR negatif test sonucu 18 yaş ve üzeri vatandaşlar için uygulanacak.”
ABD askerlerinin dün gece Afganistan’dan ayrılmasından sonra havaalanında kontrolü sağlayan Taliban, buranın kapılarını gazetecilere açarak, havaalanındaki son durumu paylaştı.
Gazetecilerin ziyareti esnasında Taliban güçlerinin havaalanının içi ve çevresinde geniş güvenlik önlemleri aldığı görüldü.
Taliban kontrolüne geçen havaalanının apronunda atıl vaziyette çok sayıda yolcu uçağı bulunurken, terminal binasının da büyük hasar aldığı gözlendi.
Havaalanının güvenliğini sağlayan Taliban güçlerinin, ABD askerlerinden kalan bazı askeri araçları kullanması dikkati çekti.
Taliban’ın başkent Kabil’in kontrolünü ele almasının ardından yurtdışına çıkmaya çalışan Afganların ardında bıraktığı eşyaların da havaalanına dağılmış vaziyette olduğu görüldü.
AA muhabirine konuşan yetkililer, apronda atıl vaziyette bulunan uçaklardaki kurşun izlerinin ABD askerlerince açılan ateş sonucu meydana geldiğini söyledi.
Afganistan’ın uluslararası bağlantısı açısından hayati öneme sahip havaalanının ne zaman uçuşlara açılacağı konusunda ise belirsizlik sürüyor.
ABD’nin işgali bitirme süreci
29 Şubat 2020’de ABD yönetimi, Katar’ın başkenti Doha’da Taliban ile yaptığı anlaşma kapsamında 1 Mayıs 2021 itibarıyla tüm askerlerini Afganistan’dan çekmeyi taahhüt etmişti.
Ancak 20 Ocak 2021’de ABD Başkanı olarak göreve başlayan Joe Biden, çekilmenin 1 Mayıs tarihine yetişmeyeceğini duyurmuş daha sonra ise 11 Eylül’ün yıl dönümüne kadar çekilmenin tamamlanacağını açıklamıştı.
Başkent Kabil’i kuşatan Taliban, 15 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin ülkeyi terk etmesinin ardından kenti çatışmasız şekilde kontrolüne almıştı.
ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie, dün yaptığı açıklamayla, ABD güçlerinin Afganistan’dan çekilme sürecinin tamamlandığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Harp Okulunda düzenlenen Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) Deniz ve Hava Harp Okulu Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni’nde yaptığı konuşmada, Malazgirt’ten bugüne bu toprakların vatan kılınması için mücadele eden, gerektiğinde canını ortaya koyan sultan Alparslan’dan Osman Gazi’ye, Fatih’ten Gazi Mustafa Kemal’e kadar tüm kahramanları rahmet ve şükranla yad ettiğini dile getirdi.
Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nda ifade ettiği mesajın bugün de yollarını aydınlattığını aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
“Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın. Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Yurdumuza alçakları uğratmamak için gerektiğinde gövdesini siper edecek kahramanlar silsilesine Deniz ve Hava Harp Okullarımızdan mezun olan sizler de katılıyorsunuz. Dün Kara Harp Okulumuzun diploma töreninde ifade ettiğim gibi. Ordusu işgal edilmeyen, devşirilmeyen, çökertilmeyen bir ülkenin toprakları da işgal edilemez. Hamdolsun bizim karasıyla, deniziyle, havasıyla tüm unsurlarıyla yüreği Allah, vatan ve millet sevgisiyle dolu bir ordumuz var. Bu mübarek orduyu yozlaştırmak, tarihi misyonundan uzaklaştırmak, içten içe çürütmek için çok uğraşıldı. Çok oyunlar sergilendi. Halbuki şairin ifadesiyle söyleyecek olursak ‘Ecdadımızın heybeti maruf-u cihandır. Fıtrat değişir sanma bu kan, o kandır.’ İşte bugün burada karşımda ecdadından tevarüs ettiği değerlerle yeniden dünyayı kendine hayran bırakan başarılara imza atan o kanın temsilcilerini görüyorum. Sınırlarımızda, denizlerimizde ve semalarımızda sizlerin sesi, nefesi yüreği hakim olduğu müddetçe Allah’ın izniyle bu millete yan gözle bakmak hele hele istiklaline ve istikbaline el uzatmak kimsenin haddine değildir.”https://www.youtube.com/embed/DxnF_TUSaj4?rel=0
Cumhurbaşkanı Erdoğan, denizcilere ve havacılara hitap ederek, “Denizciler! Geçtiğimiz günlerde 950. yıl dönümüne ulaştığımız Malazgirt Zaferi’nin hemen ardından Çaka Bey’le başlayan denizlerdeki hakimiyetimizi güçlendirmemize sizler de katkıda bulunacaksınız. Havacılar! Dünyanın ilk askeri havacılık teşkilatlarından olan ve 1911’den beri semalarımızı koruyan hava kuvvetlerimizin artık çok geniş bir alana yayılan faaliyetlerine sizler destek vereceksiniz. Milli Savunma Üniversitemizin yeni yapısı ve kadrosuyla faaliyete geçmesinin ardından, 4 yıllık eğitimlerini tamamlayarak mezun olan teğmenlerimizle Türk Silahlı Kuvvetlerimiz artık daha güçlüdür, daha kabiliyetlidir ve daha özgüvenlidir.” şeklinde konuştu.
Kara Harp Okulu’ndan mezun olan 903 Türk ve misafir teğmenin ardından, bugün de Deniz Harp Okulundan mezun olan 298 ve Hava Harp Okulundan mezun olan 251 teğmeni tebrik eden Erdoğan, teğmenlere görev yerlerinde, misafirlere ülkelerinde başarılar diledi.
Erdoğan, Milli Savunma Üniversitesinin yöneticileri ve hocalarına da 5 yıl gibi kısa bir sürede harp okullarını, astsubay, meslek yüksekokullarını, enstitüleri daha güçlü şekilde yeniden ayağa kaldırdıkları için teşekkür ederek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin eğitim modelindeki değişimi de içeren yeni vizyonuyla artık başarılarıyla küresel düzeyde takdirle takip edilen bir konuma ulaştığını söyledi.
Her alanda reformları kararlılıkla sürdürerek savunma sanayisinin yelpazesini ve derinliğini artırarak 2230 yıllık dünyanın en eski geleneğine sahip orduyu daha da güçlendireceklerine işaret eden Erdoğan, “Her milleti tarih sahnesinde öne çıkartan bir özelliği vardır. Bizim milletimiz de her dönemde teşkilatçılığı ve askeri kabiliyetleriyle hep öne çıkmıştır. Bu sayede binlerce yıldır ayakta kalmayı, kurduğumuz devletler vasıtasıyla kendimizi ve dostlarımızı güvende tutmayı başardık. Doğu ve Batı medeniyetlerinin tamamıyla kurduğumuz temaslar sayesinde sürekli kendimizi geliştirdik ve insanlığa da hizmet ettik.” diye konuştu.
Erdoğan, Anadolu’daki 1000 yıllık varlık boyunca da hep bu istikamette yüründüğünü dile getirerek, şunları kaydetti:
“Asırlar boyunca adaletle, hakkaniyetle, vicdanla, ahlakla yönettiğimiz topraklarda hep huzur hakim oldu. Bu coğrafyalar gözünü para ve kan bürümüş emperyalist güçlerin eline geçtiğinden beri ise aynı topraklarda acı, zulüm ve sömürü hiç eksilmedi. Milli mücadelemizi zaferle neticelendirip Cumhuriyetimizi kurduğumuzda uzunca bir süre kendi meselelerimizle uğraşmak mecburiyetinde kaldık. Belki de özellikle bırakıldık. Ülkemiz demokrasi ve kalkınmada kat ettiği mesafeyle yeniden güçlenmeye başladığında kendisiyle birlikte tüm mazlumların ve mağdurların umudu haline geldi. PKK’dan FETÖ’ye kadar Türkiye’nin önüne sıra sıra dizilen nice tuzakları birer birer aşarak yeniden asli gündemimize odaklandık. Büyük ve güçlü Türkiye’yi hak ve özgürlüklerden ekonomiye kadar her alanda kökleştirecek adımları kararlılıkla atarak aydınlık geleceğimize doğru adım adım ilerliyoruz. Tabii bu sürecin en kritik safhalarından biri de egemenliğimizin en önemli unsuru olan askeri gücümüzü her alanda çağın gereklerine ve hatta ötesine taşıyacak altyapıyı kurmuş olmamızdır.”
Erdoğan, “Eskiler ‘Kem aletle kemalat olmaz” derler. Biz de bu sözü ‘Başkalarının ihsanıyla güçlü savunma sanayi kurulamaz.’ diyerek, tefsir ederek kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye karar verdik. Artık İHA’larımız var mı? Artık SİHA’larımız var mı? Artık Akıncılarımız var mı? Hepsi var. Artık kapılarda dilenci değiliz, tam aksine şimdi herkes bizden talep ediyor ve işte Azerbaycan’da SİHA’larımızla vardık. Libya’da SİHA’larımızla vardık. Bundan sonra da yine kimsenin kapısında dilenci olmayacağız, çünkü bütün bunların hepsi bizde var.” ifadelerini kullandı.
Ne zaman ki bu iradeyi deklare ettiklerinde, işte o anda savunma sanayi konusunda eşi benzeri görülmemiş bir ambargoyla karşılaşıldığını ifade eden Erdoğan, daha yeni Başbakan olduğunda Amerika’dan İHA istemeye gittiğini, gittiklerinde kendilerine burun kıvrıldığını dile getirdi.
“İHA’mızı da yaptık SİHA’mızı da yaptık ve sonunda Akıncı’yı da yaptık”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dedik ki ‘Biz NATO’da beraber değil miyiz? Beraberiz. Bakın biz terörle mücadele ediyoruz. Terörle mücadele ederken siz bizlere destek vermeyecek misiniz?’ Ve o zaman oğul Bush hemen Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ı çağırdı ve bize şöyle iki günlüğüne dönüşümlü şekilde İHA’ları verdi. İHA’lar biliyorsunuz sadece koordinat tespitine yarayan uçaklardı ama bize İHA değil, SİHA lazımdı. Yani silahlı olan insansız hava aracı lazımdı. Ama sağ olsun bunlar bizim önümüzü açtı ve artık biz İHA’mızı da yaptık SİHA’mızı da yaptık ve sonunda Akıncı’yı da yaptık. Bunlar bize yetmez devam ediyoruz şimdi Hürkuş’umuzu da yapacağız.” şeklinde konuştu.
“Kötü komşular bizi ev sahibi yaptı”
Türk Silahlı Kuvvetlerinin en basitinden en yüksek teknolojiye sahip olanına kadar neredeyse A’dan Z’ye her ürünün tedarikinde nasıl zorlanıldığını gayet iyi bildiğini vurgulayan Erdoğan, “Bulduğumuz alternatif tedarik kanallarının kısa sürede nasıl kapatıldığını, verilen sözlerin nasıl tutulmadığını, imzalanan sözleşmelerin uyduruk sebeplerle nasıl yerine getirilmediğini asla unutmayacağız. Biz bunu Kıbrıs’ta yaşadık ve Kıbrıs’ta bize bunlar telsiz bile vermediler ve ama biz ASELSAN’la telsizimizi de yapar hale geldik. Kötü komşular bizi ev sahibi yaptı. Ellerinden gelse tanklarımızı yürüyemez, gemilerimizi limandan kalkamaz, uçaklarımızı havalanamaz hale getireceklerdi. Şimdi bunların hepsini sahiplendik ve yürütür hale getirdik.” diye konuştu.
Savunma Sanayi Başkanlığının koordinasyonunda gerek vakıf şirketlerinin, gerek özel sektörün gayretleriyle bu sıkıntıları en acillerinden başlayarak birer birer aştıklarını aktaran Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bize parasıyla verilmeyen ürünlerin gözlerimizin önünde terör örgütlerine, eli kanlı rejimlere, zahirde düşman diye tanımlanan gruplara nasıl bilabedel aktarıldığına biz şahit olduk. NATO’da beraberiz ama terör örgütlerine bilabedel tırlarla yüklü evet mühimmat, araç gereç gönderiyorlar. Hatta yaptığımız operasyonlarda bunların bir kısmını da ele geçirip kendi envanterimize kaydettik. Böylece envanterimiz daha da güçlendi. Ülkemize meşru yollardan verilmeyen nice silahların teröristlerin cirit attığı bölgelerdeki kara borsa silah pazarlarında alelade bir mal gibi satıldığını da tespit ettik. Tespit ettik de ne oldu? Onları ele geçirdik. Tüm bunlar bize meselenin bu silahların teknolojisi veya kağıt üzerinde önümüze konan bahaneler olmadığını, meselenin doğrudan Türkiye olduğunu, Türk milleti olduğunu tekrar tekrar gösterdi. Biz de bir yandan diplomasi kanallarını açık tutarak bu süreçleri takip etmeyi sürdürürken, diğer yandan kendi gücümüze ve imkanlarımıza daha çok yüklendik.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, pazar günü Çorlu’da dünyada sadece 3 ülkenin üretebildiği taarruzi insansız hava aracı olan Akıncı’nın teslimat töreninde olduklarını hatırlatarak, üretilen silahlı insansız hava araçlarının terörle mücadelenin yanı sıra Suriye’den Karabağ’a kadar nice çatışma alanında gösterdiği başarıların dünyanın dilinde olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin tankından topuna, füzesinden radarına, bombasından tüfeğine kadar nice savunma sanayi ürününde dünyadaki muadillerinden çok daha iyisini üretebilen bir ülke haline geldiğini anlatan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Halihazırda geliştirilme aşamasında olan projelerimizi inşallah ülkemizin istikrar ve güven iklimine sahip çıkarak önümüzdeki 3-5 yıl içinde neticelendirdiğimizde artık bu alanda en üst sıralara yerleşmiş olacağız. Bilhassa 7-8 yıldır sürekli ülkemizin huzuruna, milletimizin birliğine ve beraberliğine, devletimizin gücüne ve itibarına saldırılmasının sebebi Türkiye’yi bu son düzlükte tekrar oyun dışına itme hesabıdır. Bugüne kadar vesayetinden, darbesine kadar her yolu denediler ama netice alamadılar. İnşallah bundan sonra da başaramayacaklar. Çünkü milletimiz yaşadığı sayısız tecrübenin ardından oynanan oyunu, kendi önüne allanıp pullanarak getirilen projelerin gerisindeki sinsi niyeti gördü, görüyor.”
“Nihai mesajı inşallah 2023’te vereceğiz”
Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023’ün sembol haline geldiğini söyleyen Erdoğan, büyük ve güçlü Türkiye’nin inşasını kimsenin engelleyemeyeceğinin altını çizdi.
Erdoğan, “Türkiye’yi gerisindeki binlerce yıllık devlet geleneğine bakmadan sınırları cetvelle çizilmiş suni ülkelerle, zayıf toplumlarla, ipleri kendi ellerindeki yönetimlerle karıştıranlar için artık acı gerçeklerle yüzleşme vakti gelmiştir. Malazgirt’i anlamayana, Çanakkale’yi ve İstiklal Harbi’ni bile anlamayanlara, 15 Temmuz’u anlamayanlara nihai mesajı inşallah 2023’te vereceğiz. Türkiye, 100 yıllık değil, 600 yıl artı 100 yıllık, 1000 yıl artı 100 yıllık, 2 bin artı 100 yıllık bir devlettir. Cumhurbaşkanlığı forsunda temsil edilen o bayraklar herhalde moda fuarından çıkmadı. Oradaki her bir yıldızın temsil ettiği bayrağın bir geçmişi, bir tarihi, bir hikayesi, bir anlamı var. İşte bunun için aslını, neslini, tarihini, medeniyetini bilen gençler yetiştirerek maziden atiye, sağlam köprüler kurmanın gayretindeyiz.” diye konuştu.
Bugün mezun olan teğmenlerin her birinin bu köprünün birer tuğlası olarak hayata başlayacaklarına inandığını dile getiren Erdoğan, konuşmasını şöyle tamamladı:
“2 gün önce Ankara’da ay yıldız formatında devasa milli savunmamızın, silahlı kuvvetlerimizin dev karargahının temelini attık. İnşallah 19 Mayıs 2023’te açılışını yapacağız. Nereden nereye? Bu duygularla bir kez daha Deniz ve Hava Harp okullarımızdan mezun olan Türk ve misafir öğrencilerimizi tebrik ediyorum. Milli Savunma Üniversitemizin yönetimine ve hocalarına tekrar teşekkür ediyorum.”
Sağlık Bakanlığınca Günlük Koronavirüs Tablosu, “covid19.saglik.gov.tr” adresinden paylaşıldı.
Buna göre, Türkiye’de son 24 saatte 297 bin 167 Kovid-19 testi yapıldı, 21 bin 893 kişinin testi pozitif çıktı, 252 kişi hayatını kaybetti, iyileşenlerin sayısı ise 14 bin 106 oldu.
18 yaş üstü nüfusta birinci doz aşı uygulananların oranı yüzde 77,77, ikinci doz aşı uygulananların oranı yüzde 59,75 olarak gerçekleşti.
Türkiye’de bugüne kadar yapılan aşı sayısı toplam 94 milyon 167 bin 554’e yükseldi. Kovid-19 ile mücadele kapsamında son 24 saatte toplam 849 bin 216 doz aşı uygulandı.
En az bir doz aşı uygulananların oranının en yüksek olduğu 10 il sırasıyla Muğla, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Tekirdağ, Amasya, Aydın, Yalova ve Antalya olarak açıklandı.
En az bir doz aşı yapılanların oranının en az olduğu iller ise Şanlıurfa, Gümüşhane, Diyarbakır, Mardin, Muş, Bitlis, Bingöl, Batman, Bayburt ve Siirt olarak sıralandı.
Sosyal medya hesabından günlük tabloyu paylaşan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Farz edin ki bugün vefat eden 252 Kovid-19 hastamızdan biri için şu an taziye veriyorsunuz. Testi pozitif çıkmış birini aramış, geçmiş olsun diyorsunuz. Bu tabloda yer alacak uyarı, tam o an düşünecekleriniz olsun. Yarın sağduyulu bir başlangıç yapalım.” ifadelerini kullandı.
İran’da haziran ayında gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan İbrahim Reisi, iki ayın ardından oluşturduğu kabinesini güvenoyu almak için İslami Şura Meclisine sundu. 21-25 Ağustos’ta Meclise önerilen bakanlar hakkında milletvekillerinin genel kurulda lehte ve aleyhte yaptıkları açıklamaların ardından, 25 Ağustos’taki güven oylamasında 19 bakandan 18’i güvenoyu alabildi. Güvenoyu alamayan Eğitim ve Öğretim Bakanı Adayı Hüseyin Bağgoli’nin yerine gelecek günlerde yeni bakan adayının Meclise sunulması bekleniyor.
Reisi’yi nasıl bir İran bekliyor?
İran’da yeni hükümeti oldukça yoğun bir gündem bekliyor. Yaptırımlar ve Kovid-19 salgını neticesinde darboğaza giren ülke ekonomisi, toplumun tahammül sınırlarını zorluyor. Çeşitli şirketlerde çalışan binlerce işçi aylardır grevde, emekliler uzun süredir haklarının iyileştirilmesi için birçok il ve ilçede küçük gruplar halinde protestolarına devam ediyor. Ulusal para birimi tümen, dolar karşısında ciddi değer kaybına uğradı.
Yaptırımların devreye girdiği Mayıs 2018’den bu yana dolar 4 bin tümenden 28 bin tümene kadar yükseldi. Enflasyon da bu dönemde yüzde 8’den yüzde 45,2’ye kadar çıktı. Günlük tüketilen yağ, çay, şeker, tavuk ve kırmızı et gibi ürünlerdeki enflasyon oranı ise yüzde 59,2’lerde [1]. İran ekonomisi Nükleer Anlaşma’nın yürürlüğe girdiği 2016’da yüzde 12,5 gibi çift haneli bir büyüme ivmesi yakalamışken, 2020’ye gelindiğinde bu oran eksi yüzde 5’lerde seyretti.
Hükümeti bekleyen bir diğer başlıca sorun ise Kovid-19 salgınıyla mücadele. Salgının neden olduğu krizi en başından beri yönetmekte güçlük çeken Tahran, beşinci dalgasını yaşıyor. 440 şehir merkezinden 359’u salgında kırmızıya dönünce alınan iki haftalık kapanma kararı başarılı şekilde hayata geçiremedi. Ülkede günlük ölüm sayıları 700’ü aşmış durumda ve aşı üretimi ile tedariki konusunda da tam bir belirsizlik hâkim.
Devrim Rehberi Ali Hameney’in güvenilir bulmadığı ve biyolojik savaş kapsamında değerlendirdiği ABD ve İngiltere menşeli ithal aşıları yasaklaması, bunun yanında Sağlık Bakanlığının diğer ülkelerden aşı tedariki konusunda isteksiz ve hatalı tutumu, gerekli düzeyde aşı temin edilememesine yol açtı. Özel şirketlerin aşı tedariki konusundaki girişimleri de çoğu zaman bürokratik engellere takılıyor ve bu yüzden sınırlı oranda aşı temin edilebiliyor. Yerli aşı COVIRAN Bereket’in de eylül sonuna kadar 50 milyon doz kadar üretileceği iddiası gerçeklikten uzak. İranlılar ise hükümetin bu alanda acil çözüm üretmesini bekliyor.
Etnik çeşitlilik barındıran sınır bölgesindeki illerde ekonomik olumsuzlukların ve salgının neden olduğu genel memnuniyetsizliğin ülkede etnik fay hatlarını harekete geçirerek çevre-merkez çatışmasına sebebiyet vermesinden endişeleniliyor. Bunun en bariz örnekleri olarak Sistan ve Belucistan’da akaryakıt kaçakçılığından çıkan olaylar, Huzistan’daki su sorunu protestoları ve Batı Azerbaycan’ın ilçelerinden Nakade’deki Türk-Kürt çatışması sıralanabilir.
Dış politikada da yoğun bir gündemin söz konusu olduğu ülkede sıcak bir gelişme olarak Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirmesiyle ülkenin doğusunda ortaya çıkan fiili durum başta olmak üzere Viyana’da altı tur gerçekleştirilen ancak bir sonuç alınamayan nükleer müzakerelerin geleceği ve Suriye, Irak ve Yemen dosyaları, Kafkaslarda Karabağ özelinde ortaya çıkan yeni durum gündem maddeleri arasında bulunuyor.
Salgının neden olduğu krizi en başından beri yönetmekte güçlük çeken Tahran, beşinci dalgasını yaşıyor.
Yeni kabinenin kilit isimleri
Cumhurbaşkanı Reisi tüm bu sorunlara acil çözüm üretmek amacıyla “devrimci bir bilinçle hareket edecek halkçı bir kabine” kuracağını belirtmişti.
Devletteki bütün kariyeri neredeyse tamamen yargıda geçen ve siyasi yönü güçlü olmayan Reisi’nin kabinenin yönetimi ve yönlendirilmesi için atadığı teknokrat Muhammed Muhbir, Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı olarak kabinenin ekonomi takımından bizzat sorumlu. On dört yıl boyunca “İmam Humeyni’nin Fermanını Yürütme Merkezi Başkanlığı”nı yapan Muhbir, bu kurumun bünyesinde elde ettiği birikimi ülke yönetiminde değerlendirmeyi amaçlıyor.
İran’ın yerli aşısı COVIRAN Bereket, Muhbir’in yönetiminde bu kuruma bağlı bir alt kuruluş olan Bereket Vakfınca üretilmiş ve Devrim Rehberi Hameney canlı yayında bu aşıdan yaptırmıştı. Muhbir’in yönetimindeki bu kurumun finans, bankacılık, petrol, telekomünikasyon, ilaç ve tarım gibi alanlar başta olmak üzere ülke ekonomisinde önemli bir yeri bulunuyor. Bu anlamda Muhbir’in, hükümet içerisindeki en görünür isimlerden olacağı tahmin ediliyor.
Hameney kendisinin ardından geçiş sürecinde sistemi tektipleştirerek, mutlak otorite olan “devrim rehberliği” düzeyindeki gücün el değiştirmesi sürecinde her türlü riski minimize etmeyi amaçlıyor
Muhbir’in yöneteceği ekonomi takımında yer alan Ekonomi ve Maliye Bakanı İhsan Handuzi, Plan ve Bütçe Teşkilatı Başkanı Mesud Mir Kazımi, Kooperatif, Çalışma ve Sosyal Refah Bakanı Hüccetüllah Abdulmeliki de uzmanlara göre alanlarında yetkin olmaktan çok üstten gelecek direktifleri hayata geçirmek amacıyla tercih edildi.
Ekonomiyle yakından bağlantılı Petrol Bakanlığına ise kariyerinin tamamını petrol ve doğal gaz kuruluşlarının üst düzey yönetimlerinde bulunarak geçirmiş yetkin bir isim olan Cevad Ovji getirildi. Ancak petrol ve doğalgaz sektörünün önündeki yaptırımlar kalkmadığı sürece Ovji’nin bu alanda bir başarı elde etme şansı hayli düşük. Yaptırımlar sürdüğü müddetçe İran, petrolü kaçak yollarla fiyatının altında satmaya devam edecek. Muhbir’e göre petrolün bütçenin kaynakları arasından çıkarılması, ülke ekonomisi için hayati önem taşıyor. Dolayısıyla yeni dönemde hükümet petrol satışı ve gelirleriyle ilgili önemli değişikliklere gidebilir.
Yol ve Şehircilik Bakanlığına atanan, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın Petrol Bakanı Rüstem Kasımi ise Meclisteki açıklamasında yıllık bir milyon toplu konut politikasını hayata geçireceklerini savundu. Ahmedinejad döneminde Mesken-i Mihr ismiyle başlatılan toplu konut projeleri söz konusu dönemde inşaat sektörünü ve beraberindeki birçok sektörü hareketlendirmişti. Böylelikle işsizlik sorununa da kısmen çözüm üretilebilmişti. Reisi hükümeti de benzer bir politikayı izleyeceğe benziyor.
İçişleri Bakanlığına getirilen Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) kökenli eski Tuğgeneral Ahmed Vehidi, aktif görevde iken 1988-97 yıllarında Kudüs Gücü Komutanlığı yapmıştı. Ahmedinejad döneminde savunma bakanı olarak görev yapan Vehidi, ülke genel politikalarının hazırlanmasında Devrim Rehberi Hameney’e yüksek istişare sunan Düzenin Yararını Teşhis Konseyi (DYTK) Siyaset, Savunma ve Güvenlik Komisyonu Başkanlığı (2012-2021) yaptı. Gerek ülke içerisindeki hassas koşullar gerekse bölgedeki kırılgan durum, Reisi’yi iç ve dış güvenliğin sağlanmasında tam bir uyum ve koordinasyon içerisinde olacak bir çalışma ekibi oluşturmaya sevk etmiş duruyor.
Bu politikayı tamamlayıcı bir diğer bakanlık İstihbarat Bakanlığı. İstihbarat Bakanlığına getirilen Hüccetülislam Seyyid İsmail Hatib bir din adamı olmasına karşın neredeyse bütün kariyerini istihbarat ve güvenlik alanında geçirdi. DMO İstihbarat Daire Başkanlığı ve Yargı Erki İstihbarat Koruma Daire Başkanlığı gibi bu alanda farklı görevler de üstlendi. Hatib’in bu göreve getirilmesiyle İstihbarat Bakanlığı ve DMO İstihbarat Teşkilatı arasındaki zaman zaman sert rekabete sebep olan durumun sonlandırılacağı ve bakanlıkta birtakım değişikliklere gidileceği öngörülüyor.
Kritik kurumlardan Dışişleri Bakanlığının başına getirilen Hüseyin Emir Abdullahiyan şahin görüşleriyle bilinen bir bürokrat. Dışişleri Bakanlığında çeşitli görevlerde bulunan Abdullahiyan son olarak Arap Dünyası ve Afrika Bölgesinden Sorumlu Bakan Yardımcılığı görevini yaparken eski Dışişleri Bakanı M. Cevat Zarif ile yaşadığı görüş ayrılıkları yüzünden bu görevden alınmıştı. Abdullahiyan, Ahmedinejad döneminde İran’ın Bahreyn Büyükelçiliği görevinde bulunmuştu. Abdullahiyan, DMO ve sahada etkin güce sahip Kudüs Gücüne yakınlığıyla biliniyor. Komşularla ilişkilere öncelik verileceğini belirten Reisi’nin Abdullahiyan gibi yayılmacı politikaları savunan birini bu göreve getirmesi kafaları karıştırıyor. Bu da İran’ın politik söylem ile eylemleri arasında ciddi farklılıklar olduğunun bir diğer göstergesi olarak öne çıkıyor. İranlı siyaset bilimciler bu durumu “siyaset-i i’lami” ve “siyaset-i i’mali” şeklinde kodluyor.
Nükleer müzakerelerin geleceğine ilişkin değerlendirmeler ise bu dosyanın Dışişleri Bakanlığı yetkisinden alınıp tekrar Milli Güvenlik Yüksek Konseyinin (MGYK) yetkisine verileceği yönünde. Müesses nizamın tüm bileşenlerinin üyesi oldukları konseye cumhurbaşkanı başkanlık ediyor. Hasan Ruhani döneminin aksine konseydeki üyeler arası görüş ayrılıkları giderilerek konsey ile Meclis başta olmak üzere diğer bütün kurumlar arasında da tam bir uyum sağlanmış olacak. Bu bağlamda yasama, yürütme ve yargı erklerinin yanı sıra devletin tüm kurumları arasında tektipleşme sağlanmış durumda. Hameney’in bu anlamda son yıllarda izlediği politika hayata geçmiş bulunuyor. Hameney kendisinin ardından geçiş sürecinde sistemi tektipleştirerek, mutlak otorite olan “devrim rehberliği” düzeyindeki gücün el değiştirmesi sürecinde her türlü riski minimize etmeyi amaçlıyor. Hâlihazırda söz konusu uyum güvenlikten iç ve dış politikaya kadar her alanda sağlanmış durumda.
Yaptırımlar ve Kovid-19 salgınının neden olduğu ekonomik darboğazdan çıkış ve halkı kısmen de olsa rahatlatmak için acil eylem planları çerçevesinde bir milyon konut projesinin kısa süre içerisinde hayata geçirilmesi planlanıyor. Ayrıca Merkez Bankası üzerinden banka ve finans sistemine yapılacak müdahalelerle batan işletme ve üreticilerin desteklenerek yeniden canlandırılması amaçlanıyor. Fakat bununla ilgili gerekli kaynakların nereden sağlanacağı belirsizliğini koruyor.
Salgın krizinin yönetimi hususunda ise öncelikle aşı ithal edilerek durumun daha da kötüye gitmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Sağlık Bakanlığının doğrudan sorumluluk üstlenerek aşı tedarik etmek yerine işi özel sektöre havale etmesi ve akabinde gerekli yasal izinlerin verilmesinde ortaya çıkan sorunlar aşı tedarikini sekteye uğratmıştı. Reisi’nin Mecliste bu konudaki konuşmasına bakınca, söz konusu bürokratik engellerin kısa zamanda ortadan kaldırılacağı söylenebilir. Ancak sonraki sürecin ne kadar sağlıklı işleyeceğine ilişkin net bir tablo mevcut değil.
İç politikada güvenlik eksenli bir yaklaşımın egemen olacağı atanan bakanlardan anlaşılıyor. Dış politikada ise hükümetin komşulara öncelik verileceği yönündeki söylemlerine rağmen Dışişleri Bakanlığına agresif bir dış politika anlayışına sahip bir ismin atanması ve sahadaki unsurları dikkate alındığında, İran’ın sahada kazanmış olduğu askeri ve güvenlik alanındaki başarılarına diplomatik ve siyasi boyut kazandırma çabası içine girebileceğini söylemek mümkün. Sahadaki kazanımlar masada birer koz olarak kullanılarak siyasi ve diplomatik bir başarıya dönüştürülmeye çalışılacaktır.
Sonuç itibarıyla ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde önemli sorunlarla karşı karşıya olan Cumhurbaşkanı Reisi, kabinesine şahin kanada mensup isimler dâhil ederek süregelen krizleri aşmayı hedefliyor.
[Mehmet Koç İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) iç politika koordinatörüdür]
California’da 14 Temmuz’dan bu yana süren “Caldor” yangınında, en az 600 yapı kullanılamaz hale geldi. Yangın, 20 binden fazla yapı için de tehdit oluşturuyor.
Şimdiye kadar 756 kilometrekare alanın etkilendiği “Caldor” yangınını söndürme çalışmalarında aralarında farklı eyaletlerdeki ekiplerin de olduğu 15 binden fazla itfaiyeci yer alıyor.
Diğer yandan California’daki tüm ulusal ormanlara giriş 17 Eylül’e kadar yasaklandı.
California Ormancılık ve Yangın Koruma Departmanı Direktörü Thom Porter, California’da daha önce hiç görülmemiş yangınlar olduğunu söyledi.
Yangın, Güney Tahoe Gölü kentine ulaştı
Californialı yetkililer, “Caldor” yangınının eyaletin kuzey ve güneyinde ilerlediğini açıkladı.
Bu nedenle, turistik Güney Tahoe Gölü kenti için tahliye kararı verildiğini kaydeden yetkililer, vatandaşların kentten ayrılmak için yola çıkmasıyla trafikte yoğunluk yaşandığını belirtti.
Güney Tahoe Gölü kentine yılın bu döneminde on binlerce turistin akın ettiğine dikkati çeken yetkililer, toplu tahliyenin ardından yangının kente ulaştığını söyledi.
Yetkililer, polis ve acil durum araçlarının bölgede olduğunu ifade etti. İtfaiye Sözcüsü Dominic Polito, Güney Tahoe Gölü kentinin yaklaşık 16 kilometre güneyinde yer alan Christmas Valley bölgesindeki evleri koruma altına almak için ilave ekiplerin sevk edildiğini dile getirdi.
Polito, itfaiyecilerin ellerindeki kaynaklarla bölgede olduğunu belirtti.
Kentteki Barton Memorial Hastanesi’ndeki hastalar tahliye edilirken El Dorado Şerif Bürosundaki mahkumlar da farklı bir cezaevine sevk edildi.
Douglas halkına “her an tahliye edilebilirsiniz” uyarısı
Bu arada, Güney Tahoe Gölü kentinin komşusu Nevada eyaletinin Douglas bölgesi halkı için de her an evlerini terk etmeye hazır olmaları uyarısı yapıldı.
Nevada Valisi Steve Sisolak dün eyalet genelinde acil durum ilan etti.
Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde 11 Ağustos’ta şiddetli yağışların ardından yaşanan sel, can kayıplarının yanı sıra büyük çapta hasara yol açtı.
Selden etkilenen bölgelerde hayatın normale dönmesi için AFAD, UMKE, DSİ, Karayolları, İl Özel İdaresi, jandarma, emniyet, sahil güvenlik, belediye ekipleri ve ilgili birimlerce başlatılan çalışmalar aralıksız sürüyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun koordinesinde bakanlıklara ait birimler, bölgedeki yaraların sarılması için ilk günden bu yana aralıksız çalışıyor.
İş makineleriyle selin getirdiklerinin temizlenmesi için uğraş verilirken, vatandaşlar da ekiplere destek oluyor.
Selde kaybolanları arama çalışmaları ise hava, kara ve denizden devam ediyor.
Yönetmen, tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu, roman, deneme, günlük, tiyatro oyunu ve senaryo yazarı Şensoy, Kel Hasan Efendi’den bugüne gelen Ortaoyuncuları Kavuğu’nu Münir Özkul’dan devralmıştı.
Şensoy, 26 Şubat 1951’de ilkokul öğretmeni Müjgan Şensoy ile Çarşamba Belediye Başkanı, tüccar Yusuf Cemil Şensoy’un oğlu olarak Samsun’da dünyaya geldi.
Samsun’da 1957’de Gazi Osman Paşa İlkokulu’na başlayan sanatçı, 1961’de girdiği Galatasaray Lisesini bitirmeyerek, liseyi 1970’te Çarşamba’da tamamladı.
Yazdığı skeçler ilk olarak Devekuşu Kabare’de sahnelendi
Ferhan Şensoy’un ilk öykü ve şiirleri 1969’da “Yeni Ufuklar” ve “Soyut” dergisinde yer aldı.
Kaleme aldığı skeçleri Devekuşu Kabare’de 1970’te sahnelenmeye başlayan Şensoy, aynı yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümüne girdi.
Şensoy, 1970’te Galatasaray Oyuncuları isimli amatör topluluğu hayata geçirdi. Topluluk, sanatçının yazdığı, “Je M’en Fous Bilader” adlı Türkçe-Fransızca eserin provalarını, Haldun Taner’in önderliğinde, Devekuşu Kabare Tiyatro’sunun salonunda gerçekleştirdi.
Grup Oyuncuları ile 1971’de Ayfer Feray Tiyatrosu’nda profesyonel oyunculuğa adım atan sanatçı, ilk profesyonel yönetmenlik deneyimini ise İsmet Küntay’ın yazdığı, Paravana Kabare’nin sergilediği, “Güm Güm Güm” adlı oyunla yaptı.
Usta sanatçı, 1972’de Fransa’daki Strazburg’da Ecole Superieure d’Art Dramatique adlı okulda tiyatro öğrenimine başladı.
Yönetmen Jerome Savary’nin 1973’te asistanlığını yapan Şensoy’un “Haneler” adlı oyunu aynı yıl, Haldun Taner ve Umur Bugay’ın ek skeçleriyle Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda ilk kez oynanmaya başladı.
Fransızca “Montreal’de Ce Fou De Gogol” eserini kaleme alan sanatçı, eserle 1975’te “En İyi Yabancı Yazar” ödülünü aldı.
Tiyatroya ömrünü adayan Şensoy, 1973’te Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Yunus Emre’nin metinlerine yer verdiği Fransızca kolaj oyun “Proche – Orient Lointain”(Iraktır Yakın Doğu) eserini yazdı.
Türkiye’ye dönmesinin ardından 1976’da Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda, yazarlığını da yaptığı “Dur Konuşma Sus Söyleme” adlı oyunda rol alan Şensoy, Türk Yazarları Tiyatrosu’nda da oyunculuk ve yönetmenlik görevlerinde bulundu.
1976’da ilk kez televizyona çıktı
İlk televizyon skeçlerini de 1976’da yazmaya başlayan Ferhan Şensoy, Ali Poyrazoğlu’yla rol aldığı skeçlerin birinde canlandırdığı garson rolüyle ilk kez televizyona çıktı.
Nisa Serezli – Tolga Aşkıner Tiyatrosu’nda da oyunculuk yapan Şensoy, yine 1976 senesi içinde, TRT Televizyonu’na ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda çeşitli skeçler yazdı.
Şensoy, 1977’de ilk kitabı “Kazancı Yokuşu” yayınladı ve yönetmenliğini Temel Gürsu’nun üstlendiği “Kızını Dövmeyen Dizini Döver” ile ilk kez bir filmde yer aldı.
Oyuncu Mete İnselel ile Anyamanya Kumpanya Tiyatrosu’nu 1978’de kuran sanatçı, kendi eseri “İdi Amin Avantadan Lavanta” oyununda uzun yıllar rol aldı ve yönetmenlik yaptı.
Sanatçının 1978’de yazdığı “Bizim Sınıf” adlı televizyon dizisi ikinci bölümden sonra öğretmenlerin manevi şahsiyatını tezyif ettiği gerekçesiyle TRT’de yasaklandı ve oyuncu olarak katıldığı diğer televizyon dizileri de yayından kaldırıldı.
Ferhan Şensoy, daha sonra 1979’da kaleme aldığı “Sizin Dershane” dizisinde rol aldı. Ayrıca tiyatro çalışmalarına da ara vermeden devam eden sanatçı, Ayfer Feray Tiyatrosu’nda da kendi yazıp yönettiği ve müziklerini yaptığı “Hayrola Karyola” oyununda rol aldı.
Birçok ödül aldı
Yazdığı “Dedikodu Şov” isimli kabare gösterisini Adile Naşit, Perran Kutman, Pakize Suda, Sevda Karaca ve İstanbul Gelişim Orkestrası’yla sahneleyen Şensoy, Arda Uskan’ın yazıp, Fuat Güner’in müziklerini yaptığı “Kukla ve Kuklacı Kabare” gösterisinde oynadı.
Usta tiyatrocu, 14 Mart 1980’de Harbiye’de, Yapı Endüstri Merkezi Salonu’nda ilk kez perdelerini açan ve 50’yi aşkın oyunun oynandığı Ortaoyuncuların bünyesinde, “Nöbetçi Oyuncular” adlı bir gençlik grubu kurarak, yeni tiyatro sanatçılarının yetiştirilmesine katkıda bulundu.
“Şahları Da Vururlar” oyununda da yönetmen ve oyuncu olarak yer alan Şensoy’un, Fuat Güner’le birlikte müziklerini de yaptığı bu oyun, “Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü” ve Dergi-13’ün “En Başarılı Oyun Ödülü”ne değer görüldü.
Şensoy, Küçük Sahne’nin 30. yılı dolayısıyla Ortaoyuncular’ın konuğu olarak, Aleksiev Arbuzov’un “Eski Moda Komedya”sında oynadı. Mücap Ofluoğlu’nun sahneye koyduğu oyunun dekorunu da yapan Şensoy’un performansı, Tiyatro-81’in “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nü getirdi.
“Ferhangi Şeyler” adlı tek kişiik oyununu 7 Mart 1987’den itibaren aralıksız oynayan sanatçı, yazıp yönettiği “Varsayalım İsmail” adlı televizyon dizisindeki performansıyla da Doruktakiler Ödülü’nün sahibi oldu.
Sanatçı, 1988’de, kendisine Ulvi Uraz Ödülü ve Sanat Kurumu Ödülü’nü getiren “İstanbul’u Satıyorum” oyununu yeniden yazıp, müziklerini yaptı. Münir Özkul ve Erol Günaydın’ın katılımıyla Ortaoyuncularda oynanan oyunu yine Şensoy yönetti.
1994’te kiraladığı bir gemiyi yüzen tiyatroya dönüştürdü
İstanbul Şehir Tiyatrosunda, Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı”nı sahneye koyan Şensoy, Anca Visdei’nin “Don Juan ile Madonna” oyununu Fransızca’dan çevirdi ve yönettiği bu oyunda Derya Baykal’la aynı sahneyi paylaştı.
Avni Dilligil, İsmail Dümbüllü ve Nasrettin Hoca Mizah Ödülü’nün yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı Jüri Özel Ödülü, Heygirl Dergisi Yılın Oskarları Ödülü, Afife Jale ve Muhsin Ertuğrul Ödülü gibi çok sayıda prestijli ödülün sahibi usta sanatçı, Kel Hasan Efendi’den bugüne kadar gelen “Kavuk”u 1989’da Münir Özkul’dan devraldı, onardığı Tarihi Ses Opereti’ni “Ses 1885” adıyla açtı.
Usta sanatçı Münir Özkul, kavuğu Ferhan Şensoy’a vermesinin hikayesini şöyle aktarmıştı:
“Rahmetli Dümbüllü İsmail Abi, beni izlemişti ve beğenmişti geleneksel oynadığım bir oyunda. Oyundan sonra ‘Benden sonra sen devam et bu işte’ diye bana kavuğunu verdi. O gün sahnede merasim gibi bir şey yapıldı ve kavuğu aldım. Sonra uzun süre kavuk bende durdu ve yük olmaya başladı. Kavuğu genç birine vermek lazımdı. Düşünüyordum, kimse aklıma gelmiyordu. Sonra bir gün Ferhan tiyatrosuna gidince, baktım Ferhan’ın müthiş bir tuluat yeteneği var. Bir aksilik oldu mu, sıkıştı mı, tak, lafını yapıştırır geçer. Bu çok önemli. Orada aklıma düştü. Hem yazar hem tiyatro sahibi hem de tuluat yeteneği olacak bundan uygunu olmazdı. Kavuğu Ferhan’a verdik.”
Ferhan Şensoy ise “Heyecan verici. Böyle bir kavuğun Kel Hasan Efendi’den Dümbüllü İsmail’e sonra Münir Özkul’dan bana gelmesi hem büyük bir sevinç hem de büyük bir sorumluluk.” ifadelerini kullanmıştı.
Şensoy’un 1990’da Pierre-Henri Cami’nin yaşamı ve yapıtlarından yola çıkarak yazdığı ve yönettiği “Yorgun Matador”, kendisine Doruktakiler ve “Altan Erbulak Ödülleri’ni getirdi.
Uzun yıllar devam eden “Ferhangi Şeyler” gösterileriyle, Altın Objektif Ödülü’ne layık görülen Şensoy, gösteriyi Stuttgart, Duisburg, Bochum, Berlin, Wuppertal, Köln, Nühnberg, Munich, Frankfurt, Hamburg, Amsterdam ve Zürih’de de sergiledi.
Bir televizyon kanalında “Kaybet-Kazan” isimli bir yarışma programının sunuculuğunu üstlenen Şensoy, 1994’te kiraladığı bir gemiyi yüzen tiyatroya dönüştürdü ve “İçinden Dalga Geçen Tiyatro” adını verdiği bu geminin tiyatro salonunda, yazdığı ve müziklerini yaptığı “Seyircili Seyir Defteri” adlı oyunu sahneledi. Aynı geminin 2. katında gece 24.00’ten sonra, “Kırkambar – Gece Tiyatrosu” kabare gösterisini sergileyen sanatçı, bu tiyatro projesiyle “İsmail Dümbüllü Ödülü”nü aldı.
Oyunları yurt dışında da sahnelendi
Bir televizyon kanalında, “Bağımsız Federe Ferhan Şensoy Televizyonu” isimli haftalık bir program yapan sanatçının “Güle Güle Godot” adlı eseri, Paris’te amatör bir tiyatro topluluğu tarafından Fransızca “Adieu Godot” ismiyle oynanırken, “Hayrola Karyola” oyunu da, Yugoslavya’da Prizren Kültürevi Türk Tiyatrosu’nda sahnelendi.
Amsterdam’da, Amsterdam Deneme Sahnesi Topluluğu tarafından “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” ve “Parasız Yaşamak Pahalı” oyunları sahneye kondu.
Şensoy, özgeçmişini yazdığı romanı “Kalemimin Sapını Gülle Donattım”ı da 2001’de okurla buluşturdu. 1980’de oyuncu Derya Baykal ile evlenen Şensoy’un bu birlikteliğinden 1989’da kızı Müjgan Ferhan ile 1990’da Neriman Derya dünyaya geldi. İki sanatçı 2004’te evliliklerini sonlandırdı.
“Eşeğin Fikri”, “Hacı Komünist” ve “Elveda SSK” adlı üç kitabını 2005’te yayınlayan Şensoy, Deneme Sahnesi 35. Yıl Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülünün yanı sıra Nasrettin Hoca Altın Eşek Gülmece Ödülü’nün sahibi oldu.
Elli kadar sahne oyununda, 10’u geçkin televizyon dizisinde rol alan usta oyuncu, 2006’da “Pardon” filmiyle en iyi senaryo ödülünü kazandı.
Ferhan Şensoy’un yaşamı boyunca yazdığı, yönettiği ve rol aldığı oyunlar şöyle:
“İşsizler Cennete Gider”, “Ruhundan Tramvay Geçen Adam”, “Bilimsiz, Kurgusal Güldürü”, “Fername”, “Kiralık Oyun”, “Uzun Donlu Kişot”, “Beni Ben mi Delirttim?”, “Biri Bizi Dikizliyor”, “Kahraman Osman”, “Kökü Bitti Zıkkım Zulada”, “Sahibinden Satılık 1. El Ortaoyunu”, “Fişne Pahçesu”, “Parasız Yaşamak Pahalı”, “Çok Tuhaf Soruşturma”, “Felek Bir Gün Salakken”, “Üç Kurşunluk Opera”, “Şu Gogol Delisi”, “Kırkambar-Gece Tiyatrosu”, “Seyircili Seyir Defteri”, “Köhne Bizans Operası”, “Parasız Yaşamak Pahalı”
Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) Twitter adresinden yapılan açıklamada, komandoların, Suriye’nin kuzeyindeki teröristlere etkili şekilde karşılık vermeye devam ettiği belirtildi.
Açıklamada, dün bölgede 7 PKK/YPG’li teröristi etkisiz hale getiren komandoların, bugün de Barış Pınarı bölgesine saldırı girişiminde bulunan 4 PKK/YPG’li teröristi etkisiz hale getirdiği bildirildi.