Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde, 5+1 formatındaki gayriresmi Kıbrıs konulu konferans, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar arasındaki ikili görüşmeyle başladı.
İkili görüşme, BM Cenevre Ofisi’ne yakın bir bölgede bulunan InterContinental Hotel’de gerçekleşti.
Tatar’a KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ve diğer yetkililer eşlik etti.
Öte yandan, İsviçre polisinin otel etrafında geniş güvenlik önlemleri aldığı görüldü.
Konferansta Türkiye’yi, başında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bulunduğu heyet temsil ediyor.
Guterres-Tatar ikili görüşmesi sona erdi
Tatar, görüşme sonrası konakladığı otelde KKTC basınına değerlendirmelerde bulundu.
Toplantının verimli geçtiğini söyleyen Tatar, Guterres’in Kıbrıs konusunu iyi bildiğini ve tecrübeli olduğunu vurguladı.
Görüşlerini BM Genel Sekreterine aktardıklarını söyleyen Tatar, pozisyon ve iyi niyetlerini ortaya koyduklarını ve Kıbrıslı Türklerin hep mağdur olduğunu dile getirdiklerini belirtti.
Tatar, Guterres’in 2017’de Crans Montana’da da görüşmeleri yürütmesinden dolayı konuya hakim olduğunu dile getirerek, “Gutteres konuyu (Kıbrıs meselesi) biliyor, meseleyi biliyor. Şimdi artık diğer tarafla da görüşecek. Meseleyi yoğun olarak yarın ve öbür gün tartışacağız. Meseleleri Crans Montana’da da yaşadığından tartabildiğini, tecrübesi olduğunu gözlemledim. Bakıp göreceğiz.” dedi.5+1 formatındaki gayriresmi Kıbrıs konulu konferans, BM Genel Sekreteri Guterres ve KKTC Cumhurbaşkanı Tatar arasındaki ikili görüşmeyle başlamıştı.
Öte yandan, BM’ye yakın kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Guterres, taraflardan basına açıklama yapması konusunda telkinde bulundu.
İsviçre polisinin otel etrafında geniş güvenlik önlemleri sürüyor. Polis, görüşmelerin yapıldığı otele giden ana yollarda araçları durdurarak arama yaptı.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, ABD Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesine ilişkin, “Soykırım kelimesinin milletimiz için, devletimiz için, tarihimiz için kullanılmasını asla kabul etmeyiz, bunu kullananları şiddetli bir şekilde kınadığımızı ifade ediyoruz. Bu her zaman telin edeceğimiz bir yaklaşımdır. Sorumsuz, hukuki temeli olmayan, hiçbir tarihsel dayanağı olmayan bir yaklaşımdır.” dedi.
Çelik, parti genel merkezinde, Türkiye Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısı devam ederken gazetecilere açıklama yaptı.
Toplantıda kapsamlı bir gündem bulunduğunu söyleyen Çelik, toplantıda iç, dış politika ve sosyal konularla ilgili gelişmelerin değerlendirildiğini ifade etti.
Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu üyeliğine üçüncü kez seçilen Prof. Dr. Sevil Atasoy’u tebrik eden Çelik, bunun Türkiye’nin uluslararası kurumlardaki temsili açısından son derece önemli olduğunu belirtti.
Diyarbakır annelerinin eyleminin 602’nci gününe girdiğini hatırlatarak, annelere selam ve saygılarını gönderen Çelik, “Kaçırılan 228 evlattan 53’ü kız çocuğudur. 83 çocuğun yaşı 18’in altında, 33’ünün yaşı ise 15 yaşın altında. Bu da terör örgütünün acımasızlığını ortaya net koyan bir tablodur. Biz annelerimizin bir an evvel evlatlarına kavuşmasını temenni ediyoruz. Aynı şekilde bu çocukların da terörden kurtulmuş güzel bir geleceğe sahip olması konusunda gayretlerimizi devam ettiriyoruz.” ifadelerini kullandı.
“Her zaman telin edeceğimiz bir yaklaşım”
Bu haftanın herkesin gündeminde yer alan konusunun ABD Başkanı Joe Biden’in yaptığı açıklamalar olduğunu söyleyen Çelik, 1915 olayları konusunda ABD’de hem Demokrat Parti hem Cumhuriyetçiler açısından sürdürülen geleneksel politikanın ilk defa bir Amerikan başkanı tarafından terk edilmiş olduğunu söyledi.
Çelik, şöyle konuştu:
“Soykırım kelimesinin milletimiz için, devletimiz için, tarihimiz için kullanılmasını asla kabul etmeyiz, bunu kullananları şiddetli bir şekilde kınadığımızı ifade ediyoruz. Bu her zaman telin edeceğimiz bir yaklaşımdır. Sorumsuz, hukuki temeli olmayan, hiçbir tarihsel dayanağı olmayan bir yaklaşımdır. Herhangi bir devletin başkanının ya da parlamentosunun bir milletin tarihi hakkında, hukuki olarak soykırımın tanımlanması konusunda hüküm verme yetkisi de yoktur, böyle bir kabiliyeti de yoktur, böyle bir kapasitesi de yoktur. Hangi bilgiye dayanarak, hangi hukuk bilgisine, hangi tarih bilgisine dayanarak bu şekilde kesin bir hükmü verecekler ve bir milleti lekelemeye çalışacaklar?”
Tarihi verilerle de hukuki dayanaklarla da herhangi bir ilgisi olmayan bir durumla karşı karşıya olunduğunu dile getiren Çelik, bu politikaların diasporadaki Ermeni fanatik çıkar gruplarının tamamen rehinesi halinde olduğunu ifade etti.
Bu grupların Ermenistan’ın politikasını ve pek çok devletteki politikayı da rehin tuttuklarını söyleyen Çelik, ilk defa bir ABD başkanının böyle bir fanatik gruba teslim olduğunu gördüklerini söyledi.
Siyaset ve diplomasinin tarihi yargılama alanı olmadığını vurgulayan Çelik, “Tarihi yük haline getirmek hiçbir çabaya, hiçbir gayrete ihtiyaç duymayan son derece basit bir olaydır. Burada siyaset ve diplomasinin varlık sebebini de terk eden maalesef son derece dar bir bakış açısıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.” dedi.
Türkiye’nin bu konuda hassas olduğunu vurgulayan ve 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesine 1950’den beri taraf olduğunu anlatan Çelik, 1915 olaylarında soykırım olarak adlandırılabilecek herhangi bir içeriğin ve sonucun olmadığının net ve açık bir şekilde ortaya konulduğunu dile getirdi.
“Altı boş bir söylem”
Bir yerde soykırım suçundan bahsedebilmek için Uluslararası Ceza Mahkemesinin ya da Uluslararası Adalet Divanının hukuken vermesi gereken bir kararının olması gerektiğini anımsatan Çelik, “Aynı şekilde zaman aşımının söz konusu olmaması gerekir, faillerinin yaşıyor olması gerekir. Yani hukuki açıdan da baktığımızda tamamen altı boş bir söylemle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.” dedi.
Biden’in söyleminin tarihi, siyasi ve hukuki açıdan tamamen yanlış ve reddedilmesi gereken bir söylem olduğunu dile getiren Çelik, “Bu yaklaşımlar aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Perinçek kararında da tescil edilmiştir. 1915 olaylarının tartışmalı bir niteliği olduğu, herhangi bir şekilde soykırım olarak nitelendirilmeyeceği, İsviçre’nin bunu bir soykırım kabul edip de bunu inkar etmeyi cezalandırmasına dönük yaklaşımının AİHM içtihatları açısından da kabul edilmeyeceği, bunun bir fikir hürriyeti olduğu net bir şekilde ortaya konulmuştur.” diye konuştu.
Konunun tarihsel gelişimine değinen Çelik, isyanla karşı karşıya kalan Osmanlı devletinin Ermeni çeteleriyle mücadele edebilmek için tedbir olarak yer değiştirme konusunu ortaya koyduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde, Türkiye’nin tarihsel ve hukuki dayanaklarının özgüvenini gösteren çok önemli açılımlar yaptığını hatırlatan Çelik, “2005 yılında yaptığı çağrıda ortak tarih komisyonu kurulması gerektiğini ifade etmiştir Sayın Cumhurbaşkanımız. Burada, ‘Bu tarih komisyonuyla birlikte herkes arşivlerini açabilir, herkes buna yaklaşabilir ve ortaya çıkan tablo herkes tarafından kabul görecektir’ denilmiştir.” ifadelerini kullandı.
Biden’ın da aralarında bulunduğu senatörlere dönük olarak Amerikalı tarihçilerin 19 Mayıs 1985’te yazdığı bir mektup bulunduğunu belirten Çelik, “69 tarihçi 1915 olaylarının herhangi bir şekilde bir soykırım olarak adlandırılamayacağı şeklinde 1. Dünya Savaşı’nda yaşanan olayların tartışmalı ve karmaşık doğasına dikkat çeken bir yaklaşımdır bu. Tabii 100 yıl sonra Sayın Biden hangi tarihi, hukuki dayanaklarla bu kararı vermiş veya bu kararı bu şekilde bir ifadeye ulaşmış, onu bizim bilmemiz mümkün değil.” dedi.
Bu tarih komisyonunun kurulması teklifinden başka Türkiye’nin Ermenistan ile arasında güven artırıcı önlemlerin karşılıklı olarak atılması ile ilgili de eylem planı hazırladığını hatırlatan Çelik, şunları kaydetti:
“Aslında bunu Ermenistan tarafı da kabul etmişti. Fakat maalesef her zaman olduğu gibi nasıl ki tarih komisyonuna Ermenistan tarafı katılmadı, aynı şekilde bu eylem planı da Ermenistan Anayasa Mahkemesi tarafından Ermeni anayasasına aykırı bulunarak reddedilmiştir. Dolayısıyla nedir ortada olan? ‘Tarihçiler tartışsın’ diyorsunuz Ermenistan tarafı gelmiyor, ‘Karşılıklı olarak güven artırıcı adımlar atalım’ diyorsunuz Ermenistan Anayasa Mahkemesi bunu iptal ediyor. Ortaya çıkan sonuç nedir? Sonuç nettir, bu sonuç içerisinde Türkiye özgüvenle bu meseleye yaklaşırken Ermenistan tarafı sürekli olarak bundan kaçmıştır.”
ABD Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesini eleştiren Çelik, şunları söyledi:
“Sayın Biden’ın bu karar veya yaptığı bu açıklama birden çok şeyi sabote etmiştir. Birinci bu şekilde herhangi bir tarih komisyonuna yaklaşmayan tek taraflı bir provokasyon içerisinde olan diasporanın tezlerine destek verir bir sonuç doğurmuştur. İkincisi Türkiye ile Ermenistan arasındaki ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki muhtemel diyalogların hepsinin önünü kesmiştir. Üçüncüsü Ermenistan’ı yine diasporanın provokatif politikalarının rehini haline getirmiştir. Kafkaslar’daki normalleşemeye de büyük bir zarar vermiştir.”
Çelik, açıklamanın zamanlamasının ve içeriğinin son derece yanlış olduğunu belirterek, “Düşünün Karabağ’daki zaferden sonra altılı bir mekanizma kurulacaktı İran, Rusya, Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan. Buraya provokatif tutumlardan vazgeçerse Ermenistan’da davet edilmişti. Bu aslında büyük bir imkandı ama maalesef Minsk Üçlüsü’nün herhangi bir şeyi çözmeyen tutumu, burada da bu normalleşmenin önüne set çeken Biden açıklaması olarak gelmiştir. Dolayısıyla bu altılı mekanizmayla ilgili normalleşme arayışları da Biden tarafından maalesef sabote edilmiştir.” diye konuştu.
Çelik, hukuki ve tarihi temeli bulunmayan bu kararın, dar bakışlı bir politikanın ürünü olduğunu söyledi.
Türkiye’nin mücadelesini sürdüreceğini belirten Çelik, “Bunu çok sayıda ülke, bu fanatik Ermeni grupların etkisiyle gerçekleştirdi. Bundan sonrasında da bunlar olacaktır. Bunlarla mücadele edeceğiz, bu fanatik Ermeni çevrelerin başka ülkelerde de faaliyetleri olacaktır ve Türkiye’ye zarar vermeye çalışmaya devam edeceklerdir. Bu diasporayla tabii ki mücadelemizi sürdüreceğiz.” şeklinde konuştu.
“Bizim Ermeni milleti ile bir sorunumuz yoktur.” ifadelerini kullanan Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Osmanlı Devleti içerisinde çok güçlü bir bağla birlikte yaşadık. Ortak tarihimize imza attık, ortak geleceğimize imza attık. Bu 1915 olayları ile başlayan 100 yıllık bir hikayedir, Birinci Dünya Savaşı’nın koşulları içerisinde Ermenilere karşı olarak değil o bölgedeki Ermeni çetelerine karşı olarak alınmış tedbirlerin neticesidir. Nitekim daha sonrasında yine Türkiye Cumhuriyeti’nde bir arada yaşama geleneğini sürdürüyoruz. Aramızda herhangi bir vatandaşlık açısından bir ayrılık ve gayrılık gözetmiyoruz. Türkiye’de herkes birinci sınıf vatandaş olarak bu ilişkisini sürdürüyor. Bunu hiçbir zaman unutmayalım ki Osmanlı Devleti’nde alınan kararda yine Ermeni çetelere karşı, Çarlık Rusyası ile iş birliği yaparak Osmanlı Devleti’ne karşı savaşan, Osmanlı Devleti’ni zayıflatmaya çalışan Ermeni çetelere karşı alınmış bir karardı, Ermenilere karşı alınmış bir karar değildi.”
Çelik, ABD Başkanı Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesine ilişkin, şöyle konuştu:
“Bunu şiddetle kınıyoruz. AK Parti olarak bunu milletimize dönük bir iftira olarak kabul ediyoruz. Bu iftirayı reddediyoruz, bize tebliğ etmeye çalışılan bu şeyi reddediyoruz ve bu yaklaşımla tabii ki dünyanın her tarafında mücadelemizi sürdüreceğiz. Tarihimizde soykırım olmamıştır, 1915’teki olaylarda ne olduğunu tam olarak anlamak isteyenlere arşivlerimiz açıktır. Cumhurbaşkanımız herkese arşivleri açmasını tavsiye etmiştir. İstenilen tarih komisyonunu kurmaya ve istenilen tarih komisyonuna katılmaya da hazırız. Normalleşme isteyenler için Türkiye iyi bir muhataptır.”
HDP’nin paylaşımına yönelik eleştiride bulunan Çelik, şunları kaydetti:
“TBMM’de siyaset yapanların bu konuda en hassas olması gerekirken maalesef HDP, bu konuda doğrusunu söylemek gerekirse son derece vahşi bir tutum almıştır. Herhangi bir şekilde bu anlattığım ve izah ettiğim çerçevede hukuken, tarih açısından ve siyasi açıdan son derece özenli bir dil kullanması gereken bir konuda milletimizi ve tarihimizi suçlayan bir açıklama yapmıştır. Asıl yüzleşilmesi gereken mesele, bunu söyleyenlerin PKK katliamıyla yüzleşmesi gerekir. Bunu söyleyenlerin, dağa kaçırılmış bu çocuklar konusunda niye sustuklarıyla yüzleşmeleri gerekir. Diyarbakır Annelerinin sesini duymayacaksınız ama milletimize iftira eden, hukuki açıdan, tarihi açıdan ve siyasi açıdan hiçbir geçerliliği olmayan soykırım iftirasına dönük olarak yabancı bir devlet başkanının sözleri karşısında hemen esas duruşa geçeceksiniz. Esas bununla yüzleşmek gerekir ve buna karşı susanların da bu suskunluklarıyla yüzleşmesi gerekir. Bir millete atılabilecek en büyük iftiralardan biridir bu. Maalesef bu TBMM’nin bazı üyeleri tarafından ortaya çıkmıştır.”
Cenevre’de yapılan Kıbrıs görüşmelerine değinen Çelik, dün KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetiyle Türkiye’yi ziyaret ettiğini anımsattı.
Tatar’a, babasının vefatı dolayısıyla başsağlığı dileğinde bulunan Çelik, “Şimdiye kadar Rum, Yunan tarafının maksimalist politikaları hiçbir şekilde bir çözüme yanaşmadı. Artık egemen bir devlet olarak KKTC’nin önümüzdeki dönemde hayatına bu şekilde devam etmesi yönündeki yaklaşım çok daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.” dedi.
Çelik, KKTC’nin önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın görev süresinde yaptığı çirkin açıklamalara birini daha eklediğini belirterek, şöyle devam etti:
“Sayın Tatar’a Ankara ile ilişkileri üzerinden maalesef hiç de hoş ve saygıdeğer olmayan bir ifadede bulunmuştur. Doğrusunu söylemek gerekirse KKTC Cumhurbaşkanı’nın makamında bu kadar çirkin söylemi görev döneminde yürüten birisinin, biraz emekli olduktan sonra daha aklı başında bir yaklaşım üretmesi beklenirdi. Ama maalesef emeklilik de sağduyu edinmeye herhangi bir şekilde fayda sağlamamış.
Türkiye Cumhuriyeti, KKTC’nin her zaman yanındadır. Herhangi bir şekilde hak ve menfaatlerinin gasp edilmesine müsaade etmeyecektir. Gerek Kıbrıs adasında KKTC’nin egemenlik haklarının gasp edilmesine gerek Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinin gasp edilmesine dönük bütün tutumların karşısında KKTC ile birlikte mücadele edecek bir Türkiye vardır. Buradan bir kere daha egemen bağımsız KKTC’ye selamlarımızı iletiyoruz.”
“Demokratikleşme açısından devrimci bir adımdır”
Çelik, açıklamanın ardından, “27 Nisan bildirisi”nin yıl dönümü olduğunu belirtilerek, bu konudaki düşüncelerinin sorulması üzerine, 27 Nisan’ın, Türkiye’de darbe, muhtıra geleneği gibi süreçler açısından iktidarları döneminde önemli bir gündönümü olduğunu kaydetti.
27 Nisan gecesi gerçekleşen bu muhtıra teşebbüsüne ilk defa Cumhuriyet tarihinde bir hükümetin tavır koyduğunun altını çizen Çelik, şunları söyledi:
“Daha önceki muhtıralarda her zaman şu söylenirdi, ‘hükümet işte gereğini yapsın.’ Onun üzerine de hükümetler maalesef gereğini yaparlardı. Ondan sonra da demokrasimiz sakatlanırdı. O gece de bu olduğu andan itibaren biz toplandık ve karşı bildiriyi yazmak üzere çalışmalarımızı sürdürdük. Verilen karar başbakanımız tarafından bunun sonuna kadar gidilmesi, bedeli ne olursa olsun ne pahasına olursa olsun buna cevap verilmesi gerektiği şeklindeydi.
Maalesef Türkiye’deki bu çirkin ve yanlış askeri vesayet geleneğinin bir neticesi olarak bunda imzası bulunan, yayınlanmasının başını çeken Genelkurmay Başkanı’nın Başbakanlığın telefonlarından kaçtığı bir dönem gördük. Bu aslında şunu gösteriyordu, bu çirkin muhtıra geleneğinin Türkiye’deki siyaseti, demokrasiyi nasıl kirlettiği. Aynı şekilde de TSK’yi nasıl politize ettiği, nasıl zor duruma düşürdüğü gibisinden bir yaklaşımdı ve cevap verilmesinin Türk siyasi tarihi açısından şöyle bir önemi vardır. Türk siyasi tarihinde ilk defa bir hükümet muhtırayı kabul etmemiştir. Bu askeri vesayet geleneği içerisinde iletilen bu muhtıra reddedilmiştir. Reddedilmesiyle birlikte de kabul edilseydi muhtıra olacak şey, kabul edilmediği için kağıt parçasına dönmüştür. Aslında bu vesayet kalıntılarından demokratik konsolidasyona geçiş bakımından son derece önemli bir dönüm noktasıdır. Demokratikleşme açısından da devrimci bir adımdır.”
Bu geleneğin Silahlı Kuvvetleri ve siyaseti nasıl yıprattığının herkesin gözü önünde gerçekleştiğini ifade eden Çelik, şunları kaydetti:
“Diyebiliriz ki, muhtıra geleneğinin son halkasıydı bu. Mevcut görevde olanlar, mevcut görevde olan askeri bürokratlar tarafından sürdürülen muhtıra geleneğinin son parçasıydı. Bütün bunlar ve bütün bunların yaptığı yanlışlar bilinmesine rağmen halen tutup emekli amirallerin böyle bir bildiri yayınlaması da aslında ne kadar basiretsiz, ne kadar hassasiyetsiz bir yaklaşım içerisinde olduklarını gösteren bir şey.
Tabi darbe geleneğini ise Fetullahçı Terör Örgütü’nün işte bu son halkasıydı. Ona da milletimizin güçlü bir cevap vermesiyle Cumhurbaşkanımızın direniş çağrısıyla güçlü bir cevap verilmiş oldu. Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir siyasete her müdahale siyaseti sakatladığı gibi orduyu da kirletir. Bu çift taraflı bir şeydir.”
“Bunlar çirkin geleneklerdir”
Çelik, askeri bürokrasi de görev almış ve muhtıra süreçlerinin ya da darbe süreçlerinin içinde bulunmuşların anılarını anımsatarak, şu değerlendirmede bulundu:
“Hep şunu söylerler, biz aslında bazen durduğumuz yerde duruyorduk. Ama siyasetçi, gazeteci ve başkaları geliyordu ‘niye duruyorsunuz, hadi müdahale edin Türkiye kötüye gidiyor.’ gibisinden. Nitekim 27 Nisan, 28 Nisan o gazetelere baktığınızda da Meclis’te görev yapan muhalefet partilerindeki grup başkanvekillerinin, ‘ordu hassasiyetini ortaya koymuştur, hükümet gereğini yapmalıdır’ şeklindeki beyanlarını görmek mümkün. Bu toplumun bütün bünyesini zehirleyen bir şeydi ve maalesef devam ediyordu. 27 Nisan’a kadar geldi ve 27 Nisan’da hükümetin güçlü bir tavır koymasıyla bu kesilmiş, bu gelenek bitmiş oldu. Dolayısıyla şimdi ‘bu emekli amiraller bildirisine falan niye bu kadar tepki gösteriyorsunuz.’ diyenlerin bunları iyi hatırlaması gerek. Bunlar çirkin geleneklerdir. Türkiye’ye faydası olmayan, orduyu da zora sokan, Türkiye’nin demokrasisini de sıkıntıya sokan geleneklerdir. Ama ilk defa bir hükümetin cevap vermesi bakımından tarihidir.”
Çelik, muhalefetin, “eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın görevini kötüye kullandığı ve Yüce Divan’da yargılanması için soruşturma komisyonu kurulması gerektiği” yönündeki ifadelerinin anımsatılması üzerine, “Muhalefetin dediğiyle iş yapmıyoruz.” dedi.
Bir gazetecinin “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘soykırım’ ile ilgili yaptığı açıklamalardan sonra bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önemli bir açıklama yaptı. Onu değerlendirir misiniz?” sorusu üzerine Çelik, “ABD Başkanı Joe Biden’a bir söz söyleyip arkasından hükümete üç söz söyleyen bir siyasi yaklaşım inşallah ortaya çıkmaz diye zihnimin bir kenarında bir temenni vardı. Bu temenninin boş olduğu görüldü.” diye konuştu.
Kılıçdaroğlu’nun kullandığı “O, iç politikasının gereğini yapıyor” ifadesinin ve tavrın siyasi akılla izah edilemeyeceğini dile getiren Çelik, Kılıçdaroğlu’nun asıl yapması gerekenin, milletin uğradığı iftiraya karşı en sert şekilde cevap vermek olduğunu belirtti.
Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Maalesef bu zihniyet yapısı, bu özgüvensiz zihniyet, sürekli olarak kendi ülkesini, kendi hükümetini suçlamak şeklinde sürekli olarak karşı tarafı haklı görme şeklinde. Frantz Fanon’un ‘Siyah Deri Beyaz Maskeler’ kitabındaki psikolojileri hatırlatan bir yaklaşımı sürekli olarak önümüze koyuyor. Bu tip bir durumda, bir millet böyle bir iftiraya uğramış, nettir bu. Bu iftirayı yapan kim olursa olsun yanlış yapıyor, koyacak tavır budur. Bu tip bir durumda sağlıklı bir siyasi akıl, ‘Hükümetle birlikte bu meseleyi nasıl aşarız’ diye düşünür. Yabancı devlet başkanının ortaya koyduğu bu iftiraya sahip çıkıp, ona (hükümete) kızmaya gerek yok. ‘O iç politikasının gereğini yapıyor’ diyor Sayın Kılıçdaroğlu, ondan sonra dönüyor kendi hükümetine kızıyor. Burada çok büyük bir koordinat problemi var, çok büyük bir duruş problemi var. Bu sözlerin herhangi bir navigasyonu olmadığı çok açık ve net gözüküyor.”
“Türkiye’yi savunmayı sadece hükümete bırakıyorsanız, biz bunu yaparız”
Yapılması gerekenin, bu tip iftiralar karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin topyekun savunulması olduğunu vurgulayan Çelik, “Nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmayı eğer sadece hükümete ve iktidar partisine bırakıyorsanız, Cumhur İttifakı’na bırakıyorsanız biz bunu yaparız ve yapmaya devam ediyoruz. Sizin de kendi sorumluluklarınız var, tarihe düştüğünüz kayıtlar var. Sonuçta tarihe şöyle mi düşeceksiniz; ‘Biden’ın yaptığı şey iç politikasının gereğidir, ona kızmaya gerek yok. Tutalım Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na ve Türkiye Cumhuriyeti kabinesine kızalım.’ Böylesine bir yaklaşım olabilir mi?” değerlendirmesinde bulundu.
Dış politikayla ilgili siyasi partilerin farklı yaklaşımlarının olabileceğine dikkati çeken Çelik, muhalefet partilerinin en güçlü şekilde eleştirebileceğini, bunun neticesinde de hükümetin kendi tezini savunacağını belirtti.
Çelik, “Yabancı bir devletin Türkiye’ye yaptığı haksızlığı buna bağlamak, aslında dolaylı yoldan karşı tarafa destek vermek, karşı tarafın milletimize dönük bu iftirasına meşruiyet atfetmek anlamına gelir.” ifadesini kullandı.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının yanlış bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleye Çelik, “Hepimizin çıkarması gereken ses burada ‘topyekün bunu kınıyoruz’ olmalıdır. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ‘Biden’e bir şey söylemeyin, o iç politikasının gereğini yapıyor’ sözünün durduğu yer ‘HDP’nin soykırımla yüzleşin’ dediği yerden herhangi bir farklılık arz etmiyor. Keşke Cumhuriyet Halk Partisini bu duruma düşürmeseydi.” diye konuştu.
Bir gazetecinin, HDP’nin Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesine karşı tavrını ve Meclis’in bu konuda yayımladığı bildiriye imza atmamasına ilişkin değerlendirmesini sorması üzerine Çelik, şunları kaydetti:”Bir zamanlar o parti içerisinde Türkiye partisi olmaktan bahsedenler vardı ve buna benzer birtakım yaklaşımlar ortaya koyuyorlardı. Türkiye’nin hiçbir ortak politikası içerisinde herhangi bir şekilde kayda geçmek istemiyorlar. Bambaşka bir yerde duruyorlar. Ben açıklamamda söyledim. ASALA ile PKK arasında çok yakın ilişkiler vardır, çok yakın organizasyon bağları vardır. Mesela Türkiye’nin içinde demokrasi, hukuk, bir arada yaşama gibi kavramların en çok kirletilmesi bu şekilde olmaktadır. Demokrasiden bahsederler, hukuktan bahsederler ve reformlardan bahsederler ama tutup bu millete iftira atacak şekilde bir soykırım yalanına destek verirler. Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili olarak yüce Mecliste hangi bildiriye, Türkiye’nin çıkarlarının korunması açısından herhangi bir bildiriye imza atmak gibisinden bir yaklaşımdan sürekli olarak uzak duruyorlar. Ondan sonra da Türkiye’de herhangi bir demokratikleşmeyle ilgili, başka konularla ilgili adım atılacağı zaman ‘Niye bize sorulmuyor, niye biz muhatap alınmıyoruz’ diyorlar. Kendi kendilerini, muhataplıktan çıkaran kendileridir. HDP çoğu kez terör örgütünden daha provokatif, daha uç politikaları siyasette savunan bir yapı olarak kendisini gösteriyor. O kendilerinin bileceği bir iştir, kendilerini bu şekilde marjinal bir yerde, Türkiye karşıtlarıyla aynı yerde konumlandırmak, kendilerinin bileceği iştir. Her şey herkesin gözü önünde oluyor.”
Spor gazetesi L’Equipe’in “2-0 geriye düşen Lille, Yılmaz’ın sayesinde Lyon’u yendi ve Ligue 1’in liderliğini yeniden aldı” başlığıyla verdiği haberde, Lille’in özellikle 2 gol atan Burak Yılmaz’ın sayesinde rakibini mağlup ettiği vurgulandı.
Haberde, “Kral” olarak nitelendirilen Burak Yılmaz’ın bu sezon çok iyi performans sergilediğini ve dünkü maçta harika oynadığı belirtildi.
Burak Yılmaz’ın bu sezon 14 gol kaydettiği aktarılan haberde, Burak Yılmaz’ın Lille’e katkılarının istatistiklerin ötesinde olduğu, dünkü maçta sol dizinde ağrı hissetmesine rağmen mücadele ettiğinin altı çizildi.
Foot Mercato da Lille’in Lyon’u yendiği maçı okuyucularına “Herkes kahraman Burak Yılmaz’ın önünde eğiliyor.” başlığıyla duyurdu.
Le Figaro gazetesinin haberinde, Burak Yılmaz’ın Lille’in tartışmasız güçlü oyuncusu ve gerçek kahramanı olduğu belirtildi.
Haberde, milli futbolcunun dünkü karşılaşmada Lyon’un “cellatı” olduğu kaydedildi.
20 Minutes gazetesinin “Kral Burak Yılmaz Lyon’da Lille’in sezon sonunun kaderini nasıl değiştirdi?” başlıklı haberinde de Burak Yılmaz’ın 2 gol ile Lille’in “zaferinin adamı” olduğu belirtildi.
Burak Yılmaz’ın Ligue 1’in “en şiddetli” forvetlerin arasında yer aldığı ifade edilen haberde, milli futbolcunun dünkü maçta ilk yarı sona ermeden frikikten attığı golle takımına galibiyetin mümkün olduğunu inandırdığı kaydedildi.
Jahnz, günlük basın toplantısında, AB ülkelerine seyahatler konusunda açıklamalarda bulundu.
Halihazırda ABD’den Avrupa’ya zorunlu seyahatlere test ve karantina kurallarına uyulması şartıyla izin verildiğini anımsatan Jahnz, “ABD’de Avrupa İlaç Ajansı (EMA) onaylı aşıların kullanılıyor olması AB’ye seyahate yardımcı olacak.” diye konuştu.
Jahnz, ABD’den Avrupa’ya yaz aylarında seyahat edilebilmesi konusunda çalışmaların sürdüğüne işaret ederek, “ABD’de aşılama konusundaki ilerlemeyi yakından takip ediyoruz. Güvenli olur olmaz Atlantik ötesi seyahati tekrar başlatmayı istiyoruz.” ifadelerini kullandı.
AB Komisyonu’nun “Dijital Yeşil Sertifika” adı verilen aşı sertifikası hakkında düzenleme teklifini sunduğunu anımsatan Jahnz, bu sistemle üye ülkelerin aşı sertifikası sahiplerini tanıyabileceklerini anlattı.
Jahnz, “Sertifikaların uyumu ve bağdaşmasını sağlamak üzere ABD yetkilileri ile temas halindeyiz.” değerlendirmesinde bulundu.
Zorunlu olmayan seyahatlere kısıtlamalar getiren tavsiye kararının değiştirilmesi için AB Komisyonu’nun teklif hazırladığına dikkati çeken Jahnz, bu konuda ortak bir pozisyon belirlemek üzere üye ülkelerle görüşmeleri sürdürdüklerini ifade etti.
Jahnz, Avrupa ve ABD arasında seyahatlerin tekrar başlamasını iki tarafın epidemiyolojik durumuna bağlı olacağını sözlerine ekledi.
“Aşı sertifikası konusunda ABD ile teknik seviyede görüşmeler sürüyor”
AB Komisyonu Sözcüsü Christian Wigand da üçüncü ülkelerle aşı sertifikalarının AB ülkelerinde tanınması konusunda görüşmeler yaptıklarını belirtti.
Önceliklerinin aşı sertifikası sistemini AB içinde kurmak olduğunu anlatan Wigand, “Aşı sertifikası konusunda ABD ile teknik seviyede görüşmeler sürüyor.” dedi.
Wigand, bazı üçüncü ülkelerin AB Dijital Yeşil Sertifikası sistemi içinde olmayı talep ettiklerini belirterek, bu ülkelerin ismini henüz açıklayamayacağını söyledi.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, New York Times gazetesine verdiği röportajda, “Amerikalılar gördüğüm kadarıyla Avrupa İlaç Ajansı (EMA) tarafından onaylanmış aşıları kullanıyor. Bu, onların AB’ye seyahatlerini ve serbest dolaşımlarını mümkün hale getirir.” ifadelerini kullanmıştı.
Dış sınırlar salgınla kapanmıştı
AB, geçen yıl mart ayında salgının yayılmasını engellemek için 27 üye ülkenin yanı sıra Schengen bölgesinin parçası olan İzlanda, Lihtenştayn, Norveç ve İsviçre dışındaki ülkelere zorunlu olmayan seyahatlere kısıtlamalar getirmişti.
AB kararı, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Güney Kore, Tayland ve Ruanda dışındaki bütün ülkelere geçici seyahat kısıtlaması öngörüyor.
Söz konusu karar tavsiye niteliği taşıyor. Bir ülkenin sınırlarını kime açacağını belirleme yetkisi kendisinde bulunuyor.
Yunanistan, AB tavsiyesine rağmen, sınırlarını ABD, İsrail, İngiltere ve Sırbistan gibi ülkelere açmayı tercih etti.
Aşı sertifikası hakkında
AB, bu yaz turizm sezonunu değerlendirebilmek amacıyla Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin talebiyle “Dijital Yeşil Sertifika” adı verilen aşı sertifikası sistemi oluşturmaya başlamıştı.
AB sınırları içindeki seyahatlerde geçerli olacak sertifikanın yaza kadar hazır olması planlanıyor. Sertifikada, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısı olunduysa ilgili bilgiler, PCR veya antijen testi sonucu ile hastalığı geçirenlerin bunu kanıtlayabileceği bir belge bulunacak.
Sertifikada, AB’de onaylı aşılar kabul edilecek ancak AB ülkeleri başka aşıları kabul edip etmeyeceklerine kendileri karar verecek. Gelecekte başka bir ülkenin aşı sertifikasının tanınması için AB’de onaylı aşıların kullanılmış olması gerekecek. Ancak AB ülkeleri yine kendileri hangi aşıların tanınacağına karar verebilecek.
Joe Biden’ın 20 Ocak’ta başkanlık görevine gelmesiyle birlikte Türkiye-ABD ilişkilerinde adeta yeni bir dönem başladı. İki ülke arasında F-35 projesinden Türkiye’nin çıkarılması, ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) yaptırımları, S400 meselesi, ABD-Yunanistan ortak tatbikatı, Karabağ’da yaşananlar, İsrail-Yunanistan savunma antlaşması, ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) silah satışını serbest bırakması, ABD’nin Suriye’deki terör örgütlerine sağladığı destek, FETÖ konusu, Kuzey Irak ve Libya’daki gelişmeler gibi pek çok konuda fikir ayrılıkları olduğu zaten biliniyordu. Fakat yine de Biden’ın mevcut sorunlara bir yenisini ekleyerek ilişkileri onarılmaz bir noktaya taşıması son ana kadar beklenmiyordu. Biden 24 Nisan’da 1915 olaylarını anmak için yayımladığı mesajda “soykırım” ifadesini kullandı.
Biden’ın bu ifadeyi kullanmasında Ermeni diasporasının Biden yönetimine, Harris ve Pelosi’ye yönelik iç siyasette uyguladığı baskının ve diasporanın ekonomik gücünün önemli bir etkisinin olduğu anlaşılıyor.
Biden’ın böylesi bir tarihi hata yapacağı öngörülmese de, göreve geldikten sonra özellikle stratejik NATO müttefiki Türkiye ile uzun süre temas kurmamış olması, zaten iki taraf arasında soğuk rüzgârlar estiğine işaret ediyordu. Biden’ın 24 Nisan mesajının yayımlanmasının ardından ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield konuyla ilgili Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı ve Türkiye’nin haklı tepkisi dile getirildi. Dışişleri Bakanlığı ayrıca Biden’ın1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendiren açıklamasındaki bu ifadeleri kabul etmediğini ve şiddetle kınadığını belirten bir açıklama da yayımladı.
Joe Biden’ın 1981 yılında Ronald Reagan’dan sonra 1915 olaylarını ilk defa soykırım olarak niteleyen ABD başkanı olmasında birden çok faktör etkili oldu.
24 Nisan kararının alınmasında ne etkili oldu?
Joe Biden’ın 1981 yılında Ronald Reagan’dan sonra 1915 olaylarını ilk defa soykırım olarak niteleyen ABD başkanı olmasında birden çok faktör etkili oldu. Fakat buradaki en önemli husus, bu açıklamayla birlikte, 1915 olaylarının iç ve dış siyasi çıkarlara feda edilerek geri dönülemez bir yola girilmiş olmasıdır. ABD’nin 24 Nisan kararının önümüzdeki günlerde Türkiye-ABD ve Türk-Ermeni ilişkileri üzerinde ciddi etkileri olacaktır. Peki ABD’de ne değişti de her yıl “Meds Yeghern” yani “büyük felaket” olarak adlandırılan bu konu 24 Nisan 2021’de “soykırım” olarak nitelendirildi?
Burada her şeyden önce Temsilciler Meclisi Başkanı Demokrat Nancy Pelosi’nin ısrarlı tavrı ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in etkisine dikkat çekmek gerekiyor. ABD’de ve tüm dünyada Ermeni diasporasının gerek 1915 olayları gerekse diğer birçok konuda yıllardan beri ne kadar etkin bir faaliyet sürdürdüğü herkesin malumu. Ermeni diasporasının iç ve dış siyasi gücü kadar ekonomik gücünün de olduğu unutulmamalı. Biden’ın bu ifadeyi kullanmasında Ermeni diasporasının Biden yönetimine, Harris ve Pelosi’ye yönelik iç siyasette uyguladığı baskının ve diasporanın ekonomik gücünün önemli bir etkisinin olduğu anlaşılıyor.
ABD’de zaten daha önce 50 eyaletin 49’unda, Kongre’de ve Kongre’nin üst kanadı olan Senato’da 1915 olaylarını soykırım olarak tanıyan kararlar alınmıştı. Ancak iç siyaset bağlamında bu kararın alınmasında, Biden’ın seçim çalışmaları sırasında Ermeni diasporasına vaatlerde bulunmuş olmasının etkisi büyük. Bu adım her ne kadar ABD basınında Biden’ın “insan hakları konularına verdiği önemin bir göstergesi” olarak sunulsa da, temelde bu açıklamada iç siyasi çıkarların önemli etkisinin olduğu aşikâr. Bu açıdan konuya bakıldığında, ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’ye yönelik bu tarz bir kararı almış olması, hâlihazırda zaten kötü olan ilişkilerin onarılamaz bir yara almasına yol açmış oldu. Bu kapsamda ABD basınında Türkiye ile ilişkilerin test edildiğinin ifade edilmesi ise ayrı bir hezeyan.
Kararın alınmasındaki bir diğer önemli husus ise Karabağ Savaşı sırasında yaşanan gelişmelerdir. Bilindiği üzere ABD Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu’nda yer alıyor olmasına rağmen, otuz yıldır sorunun çözümü konusunda herhangi bir inisiyatif almamış ve sorunun çözümünde bir ilerleme sağlanamamıştı. Karabağ Savaşı sırasında da ABD sürece çok dâhil olmamış, bu durum Ermeni diasporası tarafından rahatsızlıkla karşılanmıştı. ABD bu süreçte başkanlık seçimini öne sürerek tarafsızlık politikası uyguladığını iddia etse de, aslında Rusya’nın politikaları neticesinde devre dışı bırakıldığı görülüyordu. Bu nedenle savaşta Ermenistan’a istediği desteği veremeyen ABD’nin, bu açıklamayla Ermenistan’a “diyet borcunu” ödediği ifade edilebilir.
Mektupta yer alan ifadeler ne anlama geliyor?
Biden’ın yayımladığı mektupta kullandığı ifadelerin ne anlama geldiğine bakmakta fayda var. Açıklamada özellikle “Osmanlı Devleti” vurgusunun yapılmış olması her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni kapsamıyor gibi gösterilse de, “bu tür zulümlerin bir kez daha tekrarlanmaması için yeniden taahhütte bulunuyoruz” ifadelerinin de kullanılmış olması bu bağlamda çelişkili bir tutum.
Ayrıca “Konstantinapol” ifadesi ve 1915 tarihinin kullanılması bazı kesimler tarafından Türkiye’nin hassasiyetlerinin gözetildiği şeklinde yorumlansa da bunun gerçeklikle bir ilgisi bulunmuyor. Nitekim bu mektupta önemli olan, soykırım sözcüğünün kullanılmış olması. Ayrıca unutmayalım ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda görev alan kadronun büyük bir kısmı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde etkin olan Türk aydınlarından oluşuyordu. Bu nedenle mektubun “ABD Türkiye’yi değil Osmanlı’yı suçluyor” şeklinde algılanması doğru değil. Bu tutum ABD’nin mektubu kaleme alırken ne kadar kurnazca bir diplomasi yürütmeye çalıştığının da en bariz örneği. ABD bu ifadelerle Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlamadığını ima etmiş olsa da bu tutum gerçeği yansıtmıyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hem tarihi hem de hukuki olarak Osmanlı Devleti’nin ardılıdır. Açıklamada İstanbul yerine Konstantinapol isminin kullanılması da bu kapsamda oldukça problemli bir husus.
Türkiye Ermenilerinin konuya bakışı nasıl yorumlanmalı?
Başta Hrant Dink olmak üzere Türkiye Ermenilerinin 1915 olaylarının siyasi bir araç olarak kullanılmasından rahatsız oldukları biliniyor. Türkiye Ermenileri 85. Patriği Sahak Maşalyan’ın yapmış olduğu açıklama son derece önemli. Maşalyan’ın “Halkımızın acısının ve ecdadımızın kutsal anısının bazı ülkelerce gündelik politik amaçlara alet edildiğini görmek bizi üzmektedir” ifadeleri bu kapsamda önem arz ediyor.
Maşalyan’ın açıklamasındaki “10 yıllardır bu konunun parlamentoların gündemine taşınmasının yarattığı gerginlikler, iki halkın yakınlaşmasına hizmet etmemektedir; tersine hasmane duyguları kışkırtarak barışmanın gecikmesine yol açmaktadır” ifadeleri ise sorunun çözümü konusunda Ermenistan’la normalleşmenin elzem olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) ve Viscoran İlaç, Sputnik V aşısının Türkiye’de üretilmesi için anlaştı.
Viscoran İlaç’tan yapılan açıklamada, Rusya Doğrudan Yatırım Fonu ve Viscoran İlaç’ın, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınına karşı dünyada ilk tescil edilmiş aşı olan Sputnik V aşısının Türkiye’de üretimi için iş birliği yapmaya karar verdiği belirtildi.
Şirketin, Sputnik V aşısının yerelleştirilmesi için gerekli çalışmaları yürüttüğü ve gelecek aylarda ülkedeki çeşitli tesislerde üretime başlamayı hedeflediği aktarılan açıklamada, “Viscoran İlaç, RDIF ile olan sözleşmesinin bir parçası olarak, sektöründe lider diğer yerel ilaç üreticileri ile ortaklık tesis etme konusuna destek sağlamaktadır. Teknoloji transferi şu anda CinnaGen İlaç şirketi ile sonuçlandırma aşamasındayken, genel kapasitenin artırılması için diğer iki üretim tesisi ile görüşmeler halen sürmektedir.” ifadeleri kullanıldı.
Açıklamada, Sputnik V’nin, toplamda 3 milyardan fazla nüfusa sahip 61 ülkede tescil edildiği bildirildi. 5 Aralık 2020 ila 31 Mart 2021 tarihleri arasında Rusya’da aşının her iki dozu ile aşılanmış olanlar arasında yapılan araştırmadan elde edilen koronavirüs enfeksiyon oranına ilişkin verilerin analizine göre, aşının yüzde 97,6 etkinlik gösterdiği belirtilen açıklamada, “Aşı, kanıtlanmış ve kapsamlı şekilde incelenmiş insan adenoviral vektörlerine dayanmaktadır ve aşılama sürecinde iki doz için iki farklı vektör kullanılmaktadır. Böylece her iki doz için de aynı uygulama mekanizmasını kullanan aşılardan daha uzun süre bağışıklık sağlamaktadır.” denildi.
“Güvenli ve etkili Rus aşısı 60’tan fazla ülkede insanlara sunulmuş olacak”
Açıklamada görüşlerine yer verilen Rusya Doğrudan Yatırım Fonu Üst Yöneticisi (CEO) Kirill Dmitriev, Viscoran İlaç ile yapılan anlaşmanın, üretim kapasitelerini artırmayı ve Sputnik V tedarikini küresel olarak kolaylaştırmayı sağladığını belirtti.
Birçok Asya, Latin Amerika, Avrupa ve BDT ülkesinde önde gelen ilaç üreticileriyle anlaşmalara vardıklarını bildiren Dmitriev, bu ortaklıklar sayesinde güvenli ve etkili Rus aşısının 60’tan fazla ülkede insanlara sunulmuş olacağını vurguladı.
Viscoran İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Oran da “Üretim sözleşmeleri, lisanslama süreçleri, depolama ve dağıtım konularına ek olarak, ürün üzerinde bazı klinik çalışmaların yürütülmesi de Sputnik V aşısı için Rusya ile iş birliğimizin bir parçasıdır. Bu konudaki çalışmalarımız da çok başarılı bir şekilde devam ediyor. Uluslararası camiada konu olan bu kadar değerli bir ürüne katkıda bulunduğumuz için çok mutluyuz.” ifadelerini kullandı.
Sputnik V aşısının avantajları
Açıklamada, Sputnik V aşısının avantajlarına ilişkin şu bilgilere yer verildi:
“Sputnik V aşısı, soğuk algınlığına neden olan ve binlerce yıldır var olan kanıtlanmış ve kapsamlı şekilde incelenmiş insan adenoviral vektörleri platformuna dayanmaktadır. Sputnik V, aşılama sürecinde iki doz için iki farklı vektör kullanır ve böylece her iki doz için de aynı uygulama mekanizmasını kullanan aşılardan daha uzun süre bağışıklık sağlar. 20 yıldan uzun süredir yapılan 250’den fazla klinik çalışma ile adenoviral aşıların güvenliği ve etkinliğinin yanı sıra bunların uzun vadeli olumsuz etkilerinin olmadığı kanıtlanmıştır. Sputnik V’nin neden olduğu ciddi bir alerji yoktur. Sputnik V’nin, +2+8C olan saklama sıcaklığı, ek bir soğuk zincir altyapısına yatırım yapmaya gerek kalmadan, geleneksel bir buzdolabında saklanabileceği anlamına gelir. Doz başına 10 dolardan düşük olan fiyatı, Sputnik V’yi dünya çapında uygun fiyatlı bir hale getirmektedir.”
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Meclis’te düzenlenen İkinci Karabağ Savaşı ve Ermenistan’ın Savaş Suçları Paneli’nin ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
TBMM’nin, ABD Başkanı Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelemesine karşı bildiri yayımlayıp yayımlamayacağına ilişkin soru üzerine Şentop, konunun değerlendirildiğini belirtti.
Şentop, “Bildirinin yarın TBMM Genel Kurulunda, TBMM Kararı şeklinde ele alınmasının doğru olacağını düşünüyoruz.” dedi.
Sağlık Bakanı Koca, 17-23 Nisan arasında illere göre her 100 bin kişide görülen Kovid-19 vaka sayılarını açıkladı.
İllere göre haftalık Kovid-19 vaka sayısı, her 100 bin kişide İstanbul’da 854,75, Ankara’da 567,88, İzmir’de 335,09 oldu.
Bakan Koca, paylaşımında, “Evimiz en güvenli kalemiz, bir süre mücadeleyi evimizden sürdüreceğiz. Bu fedakarlığın sonu bayram olsun.” ifadelerini kullandı.
Muğla Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlar Şubesi ekiplerince gözaltına alınan şüpheliler Vebitcoin şirket yöneticisi İ.B, şirket ortağı eşi G.B. ve 2 şirket çalışanı, ifade işlemlerinin ardından Muğla Adliyesine sevk edildi.
Zanlılar, savcılık sorgusunun ardından çıkarıldıkları nöbetçi sulh ceza hakimliğince tutuklandı.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Başkanlığı, 23 Nisan’da işlemlerini durdurduğunu açıklayan kripto para platformu Vebitcoin’in, Türkiye’deki finansal kuruluşlardaki hesaplarını bloke etmiş ve Vebitcoin firması ve yöneticileri hakkında inceleme başlatmıştı.
Muğla Cumhuriyet Başsavcılığınca da Vebitcoin’in yürüttüğü işlemlerle ilgili mağduriyetler bulunduğu iddiaları üzerine “nitelikli dolandırıcılık” suçundan soruşturma başlatılmış, şirket merkezinde ve bir kısım adreslerde yapılan arama ve el koyma işlemlerine müteakiben şirket yöneticisi ve çalışanları olan 4 kişi 24 Nisan’da gözaltına alınmıştı.